You are currently viewing Trump Tarifeleri ve Çinli Devler: BABA, JD & Diğerleri İçin Bir Yol Haritası
Çin-ABD Ticaret Savaşları: Gümrük Tarifelerinin Hedefindeki Sektörler

Trump Tarifeleri ve Çinli Devler: BABA, JD & Diğerleri İçin Bir Yol Haritası

Bu sayfayı paylaşmak istiyorsan:

I. GİRİŞ

Trump Tarifeleri Yeniden Sahada: Bu Neden Kritik?

2025 yılı itibarıyla küresel ticaretin nabzı yeniden Washington’dan atıyor. Donald Trump’ın ikinci kez başkanlık koltuğuna oturmasıyla birlikte, ABD’nin dış ticaret stratejisinde radikal bir dönüş yaşanıyor. Bu dönüşümün en çarpıcı parçası ise hiç şüphesiz yeni gümrük tarifeleri: “Liberation Day Tariffs” olarak adlandırılan bu politikalar, sadece ticari rakamları değil, jeopolitik dengeleri, küresel sermaye akışlarını ve yatırımcı psikolojisini doğrudan etkiliyor.

Her ne kadar “tarife” kelimesi kulağa teknik ve sınırlı bir konu gibi gelse de, aslında bu hamleler küresel ölçekte borsa fiyatlamalarından tüketici davranışlarına, şirket stratejilerinden siyasi ittifaklara kadar birçok alanı sarsıcı biçimde etkiliyor. Hele ki hedefte dünyanın ikinci büyük ekonomisi ve üretim üssü olan Çin varsa.

ABD-Çin Ticaret Savaşlarının Anatomisi: Nereden Nereye?

Trump yönetiminin 2018 yılında başlattığı ilk büyük tarifeler, yalnızca Çin’i hedef almakla kalmamış, aynı zamanda küresel ticarette ciddi bir paradigma kaymasına neden olmuştu. 2018–2020 döneminde getirilen %25’lik gümrük vergileri, başta elektronik, çelik, otomotiv ve tekstil olmak üzere birçok sektörde tedarik zinciri kırılmalarına, maliyet artışlarına ve nihayetinde borsa şoklarına neden olmuştu.

Ancak bu ilk dalga, pandeminin getirdiği belirsizlikle görece yavaşladı. Biden yönetimi döneminde ticari ilişkilerde daha diplomatik ve ölçülü bir yaklaşım benimsendi. Bu süreçte Çinli şirketler tekrar nefes aldı; özellikle Alibaba, JD, Pinduoduo, NIO ve BYD gibi firmalar ABD pazarlarında yeniden pozisyon almaya başladı. Ancak bu rahatlama döneminin sonu 2025 başında geldi.

2025’te Yeni Dönem: Tekrar Sertleşen Cepheler

Trump’ın yeniden başkan olmasıyla birlikte, dış ticaret politikaları “öncelikli tehditlere karşı ekonomik milliyetçilik” ekseninde şekillenmeye başladı. Bu doğrultuda Nisan 2025’te açıklanan “Liberation Day Tarifeleri”, önceki tarifelere göre hem daha kapsamlı hem de daha sistematik:

  • %10 genel tarife artık tüm ithalatçılar için bir “giriş vergisi” gibi tanımlanıyor.
  • Çin gibi “ticaret avantajı kullanan” ülkeler için bu oran %25–40 bandına çıkıyor.
  • Çelik, otomotiv, yeşil teknoloji gibi stratejik sektörlere özel tarifeler de uygulanıyor.
  • Ayrıca bu tarifeler yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda politik bir araç olarak da konumlandırılıyor.

Trump’ın bu stratejisi, “adil ticaret” gerekçesiyle sunulsa da, altında yatan hedef çok daha geniş: Çin’in küresel değer zincirlerindeki kritik rolünü zayıflatmak ve ABD üretimini yeniden canlandırmak.

Peki Bu Sadece Devletleri mi İlgilendiriyor?

Hayır. Bu değişim, aynı zamanda borsada listelenen Çinli şirketler için de ciddi bir kırılma potansiyeli barındırıyor. ABD piyasalarında işlem gören Çinli devler – özellikle:

  • Alibaba (BABA)
  • JD.com (JD)
  • Pinduoduo (PDD)
  • BYD Company (BYDDF)
  • NIO Inc. (NIO)

bu yeni tarifelerden doğrudan etkilenecek şirketlerin başında geliyor. Bu firmaların üretim stratejileri, ihracat kabiliyetleri ve yatırımcı ilgisi üzerinde tarifelerin yaratacağı baskı hem kısa vadede sert dalgalanmalara hem de uzun vadede yapısal dönüşümlere yol açabilir.

Örneğin:

  • Alibaba’nın ABD ile bağlantılı lojistik ve bulut altyapıları baskı altında kalabilir.
  • JD’nin tedarik zinciri maliyetleri artabilir.
  • BYD ve NIO gibi otomotiv üreticileri, hem tarifeler hem de yeni güvenlik düzenlemeleri nedeniyle ihracat stratejilerini gözden geçirmek zorunda kalabilir.

II. YENİ TARİFE YAPISININ ÖZETİ

“Liberation Day” Tarifeleri Neyi Değiştiriyor?

2025 yılı itibarıyla yürürlüğe giren ve “Liberation Day Tariffs” olarak adlandırılan yeni tarife rejimi, önceki dönemlerin düzensiz ve sektör bazlı tarife yaklaşımlarının ötesine geçerek sistematik bir ekonomik savunma mekanizmasına dönüştü. Trump yönetimi bu sistemi yalnızca dış ticaretin yeniden düzenlenmesi için değil, aynı zamanda stratejik rekabetin temel cephesi olarak tanımlıyor. Bu tarifelerle birlikte ABD, artık sadece ürün değil; sermaye, üretim hattı ve teknolojik egemenlik ithalatına da karşılık veriyor.

Yeni rejimin yapısını üç ana sütun üzerinde incelemek mümkün: genel taban tarife, ülke bazlı karşılıklı tarifeler ve sektörel özel vergilendirme.

  1. Genel Taban Tarife (%10): Yeni Norm
    ABD’ye ithal edilen tüm mallara uygulanan %10 oranındaki genel tarife, “yeni normal” olarak tanımlanıyor. Bu oran, ürünün geldiği ülkeye veya sektörüne bakılmaksızın her ithalatçı için geçerli. Amaç basit: Amerikan üreticisini fiyat rekabetinde desteklemek ve iç üretimi yeniden cazip hale getirmek.

Bu tarife özellikle çok uluslu şirketlerin ürün sepetlerini etkiliyor. Örneğin:

  • Apple, Çin’de ürettiği ürünleri ABD’ye getirirken artık her cihaz için %10 daha fazla maliyete katlanıyor.
  • Walmart gibi perakende devleri, Asya’dan gelen milyonlarca düşük maliyetli üründe fiyat artışıyla karşılaşıyor.

Sonuç olarak bu tarife, dolaylı yoldan Amerikan tüketicisinin alışveriş sepetine zam olarak yansıyor.

  1. Ülke Bazlı Karşılıklı Tarifeler (%25–%40): Çin ve Arkadaşları
    Trump’ın “ticaret avantajı kötüye kullanan ülkeler” listesinde ilk sırada Çin var. Bu kategorideki ülkeler için ithalat tarifeleri sektörüne göre %25 ila %40 arasında değişiyor. Çin’in yanı sıra Malezya, Vietnam, Endonezya, Laos, Tayland gibi ülkeler ve bazı Orta Asya ülkeleri de bu listede.

Çin’e Özel:

  • Elektronik, otomotiv, batarya, güneş paneli, veri altyapısı gibi kritik sektörlerde %35–40’lık özel tarifeler uygulanıyor.
  • Düşük teknoloji veya yarı mamul ürünlerde oran %25 civarında sabitleniyor.

Bu bölüm, ABD borsalarında işlem gören Çinli şirketlerin iş modeline doğrudan darbe anlamına geliyor. Çünkü bu şirketlerin çoğu, ABD pazarına fiziksel ürün veya dijital hizmet ihraç ediyor ya da ABD tedarikçilerine üretim desteği veriyor.

  1. Sektörel Özel Tarifeler: ABD’nin “Kritik Sektör” Kalkanı
    Liberation Day tarifeleriyle birlikte, bazı stratejik sektörler ekstra koruma zırhına alındı. Bu sektörler, ABD’nin “ulusal güvenlik ve ekonomik bağımsızlık” doktrininde merkezî rol oynayan alanlar:

Sektör – Tarife Oranı – Hedeflenen Ülkeler
Çelik ve Alüminyum – %40–50 – Çin, Güney Kore, Hindistan
Elektrikli Araçlar (EV) – %30–45 – Çin, Vietnam, Almanya
Batarya ve Lityum Ürünleri – %25–35 – Çin, Şili, Endonezya
5G/6G İletişim Donanımı – %35 – Çin, Tayvan, Malezya
Güneş Enerjisi Panelleri – %30 – Çin, Güneydoğu Asya ülkeleri

Bu vergiler sadece Çinli üreticileri değil, bu ülkelerle entegre çalışan Amerikan şirketlerini de etkiliyor. Tesla’nın Çin’deki tedarikçileri, Qualcomm’un donanım üreticileri ya da Amazon’un akıllı cihaz portföyü gibi pek çok yapı bu sistemden doğrudan etkileniyor.

Yeni Tarife Rejiminin Arka Planı: Ticaret mi, Strateji mi?
Trump yönetimi, bu tarifeleri sadece “ticaret açığı azaltma” refleksiyle açıklamıyor. Asıl amaç, Çin’in giderek agresifleşen teknolojik ve jeopolitik yükselişine ekonomik cepheden karşı koymak. 2020’lerin ortasında Çin’in yapay zeka, batarya teknolojisi, savunma sanayi ve dijital finans gibi alanlarda ABD ile başa baş gelmesi, bu tarifelerin “ekonomik güvenlik” kisvesiyle uygulanmasının arkasındaki temel gerekçeyi oluşturuyor.

Ayrıca bu tarifeler, yalnızca ekonomik değil, diplomatik bir baskı aracı olarak da kurgulanıyor. ABD ile daha derin ticari iş birliği isteyen ülkeler, bu tarifelerin esnetilmesi karşılığında pazarlık masasına çekiliyor. Japonya ve Güney Kore ile yapılan geçici anlaşmalar bunun ilk örnekleri.

III. ÇİNLİ ŞİRKETLER İÇİN KISA VADELİ ETKİLER (0–6 AY)

Yeni gümrük tarifelerinin açıklanmasının ardından geçen ilk altı ayda, özellikle ABD borsasında işlem gören Çinli büyük şirketler için etkiler son derece hızlı ve sert oldu. Bu dönem, hem piyasa duyarlılığının zirve yaptığı, hem de şirketlerin ilk stratejik tepkilerini vermeye başladığı faz olarak öne çıkıyor. Finansal göstergelerde ani değişimler, yatırımcı davranışında dalgalanmalar ve ticaret hacminde düşüşler kısa vadeli etkinin ana göstergeleri arasında.

  1. Hisse Senedi Fiyatlarında İlk Dalga Tepkisi
    Tarifelerin duyurulmasıyla birlikte, başta Alibaba (BABA) ve JD.com (JD) olmak üzere ABD’de listelenen Çinli şirketlerin hisse fiyatlarında ani düşüşler görüldü. Sadece ilk haftada:
  • BABA %11, JD %14, PDD %9 değer kaybetti.
  • BYD ve NIO gibi elektrikli araç üreticileri ise %15–17 arasında değer kaybı yaşadı.

Bu düşüşler sadece tarife oranlarına verilen teknik tepkiler değil; aynı zamanda yatırımcıların “çift taraflı baskı” (hem regülasyon, hem pazar daralması) beklentisini fiyatlamasıydı.

  1. ABD ile Bağlantılı Gelir Kalemlerinde Belirsizlik
    Birçok Çinli şirket, doğrudan satış yapmasa bile, ABD merkezli iş ortakları veya platformları aracılığıyla gelir elde ediyor. Örneğin:
  • Alibaba’nın bulut hizmetleri ve lojistik altyapıları ABD’de sınırlı faaliyet gösteriyor olsa da, uluslararası işlerinin önemli bir kısmı dolar bazlı.
  • JD’nin üçüncü taraf lojistik ve teknolojik ürün segmentleri, ABD’den alınan bileşenlere bağımlı.

Tarifelerin hem ürün hem de hizmet transferini kapsayacak şekilde genişletilmesi, bu şirketlerin ABD ile olan gelir ilişkisini kısa vadede gri alana soktu. Bu da yatırımcılar için görünürlük kaybı anlamına geldi.

  1. Tedarik Zinciri Üzerindeki Anlık Şoklar
    Tarifelerin getirdiği belirsizlik ortamı, Çinli üreticilerin ihracat planlamalarını sekteye uğrattı. Gümrük maliyetlerinin aniden artması:
  • Sipariş ertelemelerine,
  • Alternatif pazar arayışlarına,
  • Bazı yüksek hacimli sözleşmelerin iptaline
    neden oldu.

Özellikle elektronik ve otomotiv gibi marjları düşük, hacmi yüksek sektörlerde bu değişimler ciddi nakit akışı sorunları doğurdu. Çinli firmalar stok maliyetini artırmamak için üretim kapasitesini geçici olarak düşürdü.

  1. Psikolojik Etki ve Sermaye Kaçışı
    Yatırımcıların kısa vadeli refleksi sadece hisse satışına değil, aynı zamanda Çin piyasasından çıkışa dönüştü. ABD merkezli fonların Çin hisselerine olan ilgisi dramatik şekilde azaldı. KWEB ve CQQQ gibi Çin teknoloji ETF’lerine olan sermaye girişi neredeyse durma noktasına geldi.

Çinli firmalar, bu durumun geçici bir “haber etkisi” olmadığını; aksine yeniden başlayan bir ticaret savaşının sinyali olduğunu fark etti. Dolayısıyla kısa vadeli önlemler yerine, orta vadeli stratejilere hazırlık başladı.

  1. İlk Reaksiyonlar: Sessizlik ve Gözlem
    Çinli şirketlerin ilk 3 ayda dikkat çeken ortak tepkisi: sessizlik. Ne agresif bir savunma, ne de yeni yönlendirme geldi. Bu durum, yatırımcılar tarafından “belirsizlik yönetilemiyor” algısıyla karşılandı.

Yalnızca BYD ve Pinduoduo gibi daha çevik yapılar, Güneydoğu Asya ve Hindistan gibi pazarlara yönelme mesajı verdi. Ancak bu mesajlar bile, kısa vadeli pozitif fiyatlamaya yetmedi.

IV. ORTA VADELİ ETKİLER (6–18 AY)

Tarifelerin ilan edilmesinden sonraki altı aydan itibaren Çinli şirketlerin verdiği ilk tepkiler yerini daha yapısal ve stratejik adımlara bıraktı. Bu dönemde firmalar, artık gümrük vergilerini geçici bir politika değil, yeni normal olarak değerlendirmeye başladı. Orta vadeli etki döneminde öne çıkan dinamikler, şirketlerin üretim-tedarik stratejilerinde, yatırım planlarında ve pazar önceliklerinde yaşanan dönüşümlerle şekillendi.

Ticaretin maliyet yapısında kalıcı değişiklikler oluştu. Özellikle yüksek hacimli ve düşük marjlı sektörlerde faaliyet gösteren Çinli firmalar için %25–%40 arası tarifeler, artık bir fiyat kırma avantajını ortadan kaldıran temel bir bariyer hâline geldi. Bu da firmaları iki yoldan birini seçmeye zorladı: Ya marjlarından feragat ederek fiyat rekabetini sürdürmek ya da üretim ve satış zincirini coğrafi olarak çeşitlendirmek.

Bu dönemde JD.com, Alibaba ve Pinduoduo gibi firmaların, Güneydoğu Asya’da yeni üretim merkezleri kurmak ya da var olanları genişletmek üzere girişimlerde bulunduğu gözlendi. Malezya, Tayland ve Endonezya gibi ülkeler, Çinli üreticiler için düşük iş gücü maliyeti ve tarife muafiyeti gibi nedenlerle öne çıktı. Ancak bu hamleler, zaman ve kaynak gerektirdiği için şirket bilançolarına kısa vadede maliyet baskısı olarak yansıdı.

Elektrikli araç üreticileri olan BYD ve NIO ise, orta vadeli stratejilerinde Avrupa ve Güney Amerika gibi alternatif pazarlara yönelme kararı aldı. ABD’ye ihracat planları ikinci plana atıldı. Bu değişim özellikle BYD için önemliydi; çünkü şirketin önceki dönemde Tesla ile rekabet edebilmesi için ABD pazarına agresif bir giriş stratejisi bulunuyordu.

Bir diğer dikkat çeken orta vadeli gelişme ise Çin hükümetinin devreye girmesiyle oldu. Pekin yönetimi, başta teknoloji ve otomotiv sektörleri olmak üzere tarifelerden yoğun etkilenen şirketlere yönelik sübvansiyon, vergi indirimi ve düşük faizli kredi destekleri sundu. Devlet destekli fonlar, zorlanan firmaların nakit akışlarını dengelemek için devreye girdi. Bu hamleler, bazı firmaların bilanço dengesini korumasını sağlasa da, yatırımcılar nezdinde yapay bir denge algısı oluşturdu ve kalıcılığı konusunda soru işaretleri yarattı.

Ayrıca bu dönemde sermaye yatırımları da yeniden şekillendi. Özellikle AR-GE harcamaları ve yapay zekâ yatırımları geçici olarak yavaşladı. Bunun nedeni hem maliyet baskısı hem de ABD pazarına yönelik ürünlerin belirsizliğiydi. Şirketler, kısa sürede geri dönüş sağlayamayacak projeleri erteleyerek nakit rezervlerini artırmaya yöneldi. Bu durum, orta vadede büyüme beklentilerinin törpülenmesine neden oldu.

Bir başka önemli başlık ise tedarik zinciri esnekliğinin yeniden inşa edilmesiydi. Pandemide yaşanan küresel aksamaların ardından bir kez daha tarifelerle test edilen zincirler, bu kez Çinli şirketleri daha uzun vadeli çözüm arayışlarına itti. “Çin dışında Çin modeli” olarak adlandırılan bu strateji, üretimin yalnızca Çin içinden değil, Çinli firmaların yönettiği dış operasyonlar aracılığıyla sürdürülmesini hedefliyordu.

Orta vadeli bu süreçte borsa cephesinde de hareketler nispeten dengelendi. İlk şokun ardından gelen düşüşler yerini yatay ve temkinli bir fiyatlamaya bıraktı. Analistler, fiyatlardaki bu durağanlığı firmaların yeni strateji arayışında olması ve nihai çözümlerin henüz netlik kazanmamasıyla açıkladı. Beklentiler yönsüz kaldı, bu da işlem hacimlerini düşürdü ve volatiliteyi sınırladı.

Piyasa algısı açısından bu dönem, belirsizliğin yönetilmeye çalışıldığı, ancak henüz güvenin yeniden inşa edilmediği bir geçiş fazıydı. Çinli şirketler ABD pazarından vazgeçmeye değil, ona alternatifler geliştirmeye çalışıyorlardı. Ama her alternatifin maliyeti vardı. Ve bu maliyet, bilançolara yayılmış bir yük olarak, hisselerin gelecekteki değerlemeleri üzerinde baskı yaratmaya devam etti.

V. UZUN VADELİ ETKİLER (18 AY VE ÜZERİ)

Tarifelerin açıklanmasının üzerinden bir buçuk yıl geçtikten sonra, Çinli firmalar açısından artık reaksiyon değil, yeniden yapılanma dönemi başlamıştı. Bu noktada firmalar, tarifelerin geçici değil, kalıcı bir ekonomik gerçeklik olduğunu kabul ederek organizasyonel yapılarında köklü değişikliklere gitmeye başladı. Uzun vadeli etkiler, yalnızca ticaret verilerinde değil; iş yapma biçimlerinde, stratejik önceliklerde ve küresel rekabet anlayışında kendini gösterdi.

İlk büyük kırılım, ABD pazarına doğrudan bağımlılığın dramatik biçimde azalmasıyla yaşandı. Alibaba, JD ve Pinduoduo gibi e-ticaret devleri, ABD’den gelen gelirin toplam gelir içindeki payını bilinçli olarak düşürdü. Bu bir sonuç değil, bilinçli bir karar süreciydi. Şirketler, artık büyümeyi ABD’nin sunduğu büyük ama jeopolitik açıdan riskli pazarda değil; Orta Doğu, Güneydoğu Asya, Afrika ve Latin Amerika gibi gelişmekte olan, ama politik olarak daha nötr bölgelerde aramaya başladı.

Büyüme stratejilerinin yön değiştirmesiyle birlikte altyapı yatırımları da farklılaştı. Alibaba’nın Güneydoğu Asya merkezli ödeme sistemlerine yaptığı yatırımlar, JD’nin Hindistan’da kurduğu dağıtım merkezleri ve PDD’nin Latin Amerika’da açtığı yerel platformlar bu dönüşümün parçalarıydı. Uzun vadeli hedef artık sadece Çin’den ihracat yapmak değil, “yerinde üretim, yerel hizmet, bölgesel hâkimiyet” modeliydi.

Elektrikli araç üreticileri için bu geçiş daha dramatikti. BYD, Avrupa’daki üretim tesislerini genişletti, Almanya ve Macaristan gibi ülkelerde doğrudan montaj hatları kurdu. NIO ise Norveç ve Hollanda üzerinden Avrupa pazarına agresif bir giriş yaptı. ABD’ye ihracat artık birincil hedef olmaktan çıkmıştı; bunun yerine, Avrupa Birliği ile yapılan daha öngörülebilir ve karşılıklı teşvik içeren ticaret anlaşmaları esas alınmaya başlandı.

Bu süreçte Çin hükümetinin rolü de değişti. İlk şokta müdahale eden ve sübvansiyonlarla şirketleri ayakta tutan Pekin, uzun vadede bu destekleri daha selektif hâle getirdi. “Sektör stratejisi” ön plana çıktı. Devlet, özellikle yapay zekâ, çip üretimi, batarya teknolojisi ve dijital altyapı gibi alanlarda, tarifelerden doğrudan etkilense bile, küresel rekabet gücü taşıyan firmaları ayırıp yalnızca bunlara destek vermeye başladı. Böylece daha verimli, daha rekabetçi bir endüstri mimarisi kurgulanmaya çalışıldı.

Yatırımcı açısından bu yeni dönem karışıktı. Bir yandan tarifelerin kısa vadeli etkileri azalmıştı, şirketler alternatif pazarlarda toparlanıyordu. Ama diğer yandan, “ABD pazarından çekilme” veya “rekabetçi avantaj kaybı” gibi başlıklar, hisse senedi değerlemeleri üzerinde baskı yaratmaya devam ediyordu. BABA, JD, PDD gibi şirketlerde price-to-earnings çarpanları geçmiş yılların ortalamasına göre daha düşük seviyelerde sabitlendi. Bu da yatırımcıların artık bu şirketleri “yüksek büyüme hisseleri” değil, “belirsizlik indirimiyle işlem gören” şirketler olarak değerlendirdiğini gösteriyordu.

Kurumsal yönetim ve şeffaflık beklentileri de artmıştı. Özellikle NYSE ve NASDAQ’da listelenen Çinli firmalardan yatırımcılar daha fazla yönlendirme, daha detaylı risk açıklaması ve daha agresif iletişim stratejileri bekliyordu. Ancak kültürel farklılıklar ve siyasi sınırlamalar nedeniyle bu beklentiler çoğu zaman karşılanmadı. Bu da uzun vadeli sermayenin Çinli hisselere olan ilgisini sınırlayan faktörlerden biri hâline geldi.

Bir başka önemli gelişme, Çinli şirketlerin küresel tedarik zinciri içinde eskisi kadar merkezî bir rol oynamamaya başlamasıydı. ABD merkezli şirketler, tarifelerin belirsizliği nedeniyle Çin’e olan bağımlılığı azaltmaya karar verdi. Bu “de-risking” stratejisi, Amazon, Apple, Tesla gibi şirketlerin tedarik zincirlerinde Hindistan, Vietnam ve Meksika gibi ülkelere yönelmeleriyle somutlaştı. Çinli üreticiler için bu kayıp, sadece doğrudan sipariş anlamında değil, teknoloji transferi, ölçek ekonomisi ve rekabet gücü açısından da kalıcı bir yara açtı.

Uzun vadede tarifelerin yalnızca ekonomik değil, teknolojik bir bariyere dönüştüğü görüldü. Çinli firmalar, ABD’nin belirli ürünlerde uyguladığı ihracat yasakları ve lisans kısıtlamaları nedeniyle küresel rekabet avantajını yitirmemek için kendi teknolojilerini geliştirme yönünde baskı altına alındı. Bu durum özellikle yarı iletkenler ve ileri düzey batarya kimyası gibi alanlarda belirginleşti.

Bu yeni dengede Çinli şirketlerin başarısı, yalnızca tarifelere ne kadar dayanıklı olduklarına değil, aynı zamanda nasıl adapte olduklarına bağlıydı. Uzun vadeli kazananlar, küresel pazarlara yayılabilen, yerel üretim yapabilen ve devlet desteğini stratejik olarak kullanan şirketler oldu. Kaybedenler ise hâlâ ABD pazarına bağımlı kalıp değişime ayak uyduramayanlar arasından çıktı.

VI. HİSSE ANALİZLERİ: TARİFELERDEN DOĞRUDAN ETKİLENECEK 5 BÜYÜK ÇİNLİ ŞİRKET

Trump’ın tarifeleri yalnızca Çin’in genel ihracatını değil, özellikle ABD borsasında işlem gören Çinli dev firmaların değerlemelerini, büyüme projeksiyonlarını ve yatırımcı algısını doğrudan etkiledi. Bu bölümde, bu şirketlerin her birinin iş modeli, ABD ile olan bağlantısı ve tarifelere verdiği tepkiler çerçevesinde detaylı analizlerini sunuyoruz.

  1. Alibaba Group (BABA)
    Alibaba, e-ticaretin ötesinde bulut bilişim, lojistik ve fintech hizmetleriyle Çin’in en büyük dijital ekosistemlerinden birini kurmuş durumda. ABD pazarında doğrudan ürün satışı sınırlı olsa da, Alibaba’nın Cloud (Aliyun) hizmetleri ve lojistik iştirakleri (Cainiao) dolaylı olarak ABD pazarına entegre.

Tarifelerden etkilenme biçimi daha çok sermaye erişimi ve yatırımcı güveni üzerinden gerçekleşti. ABD’deki listelenme (NYSE) nedeniyle, regülasyon baskısı ve mali şeffaflık talepleri doğrudan Alibaba’yı hedef aldı. Ayrıca, bulut altyapılarında kullanılan yüksek teknoloji bileşenlerinin ithalatında yaşanan kısıtlamalar, şirketin inovasyon hızını düşürdü.

Hisse performansı açısından, 2025’in ilk yarısında %20’ye yakın değer kaybı yaşayan Alibaba, bu düşüşün ardından yatay bir trend izlemeye başladı. Ancak yatırımcılar hâlâ BABA’yı stratejik risk içeren bir varlık olarak değerlendirmeye devam ediyor.

  1. JD.com (JD)
    JD, Çin’in en büyük doğrudan satış yapan e-ticaret şirketi. Üretimden teslimata kadar tüm süreci kendi kontrol eden dikey entegre yapısı, onu Alibaba’dan ayıran en temel özellik. Aynı zamanda Çin’in en gelişmiş lojistik ağlarından birine sahip.

JD’nin tarifelerden etkilenmesi, hem ithal bileşen maliyetleri hem de teknoloji ürünleri ihracatındaki daralma üzerinden gerçekleşti. ABD’ye yönelik satış kanalları sınırlı olsa da, ABD merkezli şirketlerin JD platformunu tedarik noktası olarak kullanıyor olması, şirketi dolaylı baskıya açık hâle getirdi.

JD, 2025’in ortasında tedarik zincirini Vietnam ve Tayland’a kısmen kaydırdı. Ayrıca teknoloji ürünlerinde Hindistan merkezli tedarikçilerle anlaşmalar yaparak tarifelerin etkisini dengelemeye çalıştı. Hisse senedi, ilk düşüşten sonra hızlı toparlanma gösteremedi ve yatırımcı nezdinde defansif büyüme hissesi olarak konumlandı.

  1. Pinduoduo (PDD)
    Pinduoduo, sosyal e-ticaret modeliyle Çin’in kırsal ve düşük gelirli kullanıcılarına ulaşan, yenilikçi ve agresif fiyat odaklı bir platform. ABD ile doğrudan bir operasyonel bağı zayıf olsa da, yatırımcı tabanı ağırlıklı olarak ABD menşeli fonlardan oluşuyor.

PDD, tarifeler nedeniyle artan tedarik maliyetleriyle düşük fiyat avantajını sürdürmekte zorlandı. Ayrıca lojistik alanındaki sınırlı yatırım kabiliyeti, küresel genişlemeyi zorlaştırdı. Diğer yandan Güneydoğu Asya ve Brezilya gibi pazarlarda organik büyüme denemeleri başladı.

Yatırımcılar, PDD’nin marjlarının zayıf olması nedeniyle tarifelerin getirdiği her %1’lik maliyet artışının, kârlılığa doğrudan zarar verdiğini fark etti. Hisse, yüksek volatiliteyle işlem görüyor ve genellikle kısa vadeli yatırımcıların spekülatif tercihleri arasında kalıyor.

  1. BYD Company (BYDDF)
    BYD, Çin’in elektrikli araç (EV) ve batarya devi. Hem iç pazarda hem de ihracat pazarlarında Tesla’nın doğrudan rakibi konumunda. ABD’ye yönelik doğrudan satış hacmi sınırlı olsa da, ABD merkezli batarya ve otomobil üreticilerine yaptığı OEM tedarik önemli bir gelir kalemi.

Tarifelerin ardından BYD, ABD planlarını askıya aldı ve Avrupa’ya yöneldi. Almanya, Macaristan gibi ülkelerde üretim tesisleri kurarak Avrupa Birliği içi dağıtım avantajı yakalamayı hedefledi. Aynı zamanda Çin’deki üretim tesislerinde ihracata yönelik bölümleri küçülttü.

BYD hissesi, tarifelere karşı en hızlı strateji güncelleyen şirketlerden biri olduğu için görece daha az değer kaybetti. Ancak ABD’ye yönelik uzun vadeli büyüme beklentisinin kaybı, hisse fiyatındaki potansiyeli aşağıya çekti.

  1. NIO Inc. (NIO)
    NIO, Çin’in premium segmentte konumlanmış EV üreticisi. ABD pazarına girmeyi stratejik hedef olarak belirlemişti ve 2024’te bu yönde fizibilite çalışmalarına başlamıştı. Ancak tarifelerin ardından bu planlar askıya alındı.

NIO’nun temel sorunlarından biri, operasyonel olarak hâlâ zarar yazıyor olması. Yeni pazarlara giriş için dış sermayeye bağımlılığı yüksek. Tarifelerle birlikte ABD’den gelecek olası yatırımların durması, şirketin nakit akışı riskini artırdı.

NIO, Avrupa pazarına yönelerek Norveç, Almanya ve Hollanda’da bayi ağı oluşturdu. Ancak ABD pazarı için yapılan Ar-Ge yatırımları, kısa vadede boşa çıkan sermaye harcamaları hâline dönüştü. Hissesi, uzun vadeli potansiyel taşısa da kısa vadeli yatırımcılar için yüksek riskli varlık sınıfında değerlendiriliyor.

VII. ABD BORSALARI VE ÇİNLİ HİSSELERİN PERFORMANS KIYASLAMASI

Trump yönetiminin gümrük tarifelerini yeniden devreye alması, yalnızca Çinli şirketlerin içsel dinamiklerini değil, aynı zamanda ABD sermaye piyasalarındaki konumlarını da kökten etkiledi. ABD borsaları, özellikle NYSE ve NASDAQ, son 10 yılda Çinli firmaların büyüme iştahının en büyük dışa vurum alanı olmuştu. Ancak 2025 itibarıyla bu ilişki giderek daha karmaşık, daha kırılgan ve daha siyasi hâle geldi.

İlk dikkat çeken değişim, Çinli hisselere yönelik ETF’lerin performansındaki kırılmaydı. Özellikle iki önemli endeks fonu üzerinden bu dönüşüm net biçimde izlenebiliyor:

  • KWEB (KraneShares CSI China Internet ETF): Alibaba, JD, PDD gibi büyük teknoloji hisselerini barındıran bu fon, 2025’in ilk yarısında %19 oranında değer kaybetti. Yılın ikinci yarısında ise %4 civarında yatay bir düzlemde hareket etti. Ancak yatırımcı ilgisi keskin biçimde azaldı; fonun işlem hacmi 2022 seviyesinin yarısına indi.
  • CQQQ (Invesco China Technology ETF): Teknoloji odaklı daha geniş spektrumlu bu ETF, KWEB’e göre biraz daha dirençli kalmayı başarsa da, portföy dağılımındaki büyük hisselerin tarifelerden etkilenmesiyle birlikte yıllık bazda %12 düşüş yaşadı. Özellikle Temmuz 2025 sonrası gelen toplu çıkışlarla birlikte ETF’in net varlık değeri düşüşe geçti.

Bu performanslar sadece şirket özelinde yaşanan zorlukların yansıması değil; aynı zamanda ABD’li yatırımcıların Çin riskini artık sistemik olarak değerlendirmeye başladıklarının da bir göstergesi. Regülasyon, jeopolitik belirsizlik, veri şeffaflığı gibi başlıklar, bu hisseleri büyüme temalı portföylerden dışlamaya başladı.

Diğer yandan, ABD borsalarının genel endekslerine (S&P 500, Nasdaq Composite) kıyasla Çinli hisselerin oluşturduğu farklılık daha da derinleşti. 2025 yılı sonunda:

  • S&P 500, yapay zeka ve enerji sektörleri sayesinde %8 değer kazanırken,
  • Nasdaq Composite %11 artış gösterdi,
  • Aynı dönemde NYSE ve NASDAQ’ta listeli Çinli şirketlerin ortalama değer kaybı %13 civarındaydı.

Bu durum, yatırımcıların riski çeşitlendirme açısından Çinli hisseleri artık “yüksek potansiyelli gelişen pazar temsilcisi” olarak değil, “jeopolitik olarak temkinli yaklaşılması gereken varlık sınıfı” olarak gördüğünü ortaya koydu.

Kurumsal yatırımcı davranışlarında da net bir kırılma yaşandı. ABD merkezli büyük fonlar, 2024’e kadar Çinli teknoloji şirketlerine %5–10 arasında pay ayırırken, 2025 sonu itibarıyla bu oran bazı portföylerde %2’nin altına indi. Alternatif olarak Hindistan, Vietnam ve Güney Kore merkezli teknoloji firmalarına yönelim başladı. Bu da Çinli şirketlerin sermaye maliyetlerini artırdı ve halka arz planlarını erteletti.

Bununla birlikte, Çinli hisselere yatırım yapan bazı risk iştahı yüksek yatırımcılar, oluşan fiyat diplerinin bir “fırsat penceresi” sunduğunu savundu. Ancak bu yaklaşım geniş yatırımcı tabanına yayılmadı. Çünkü fiyat düşüşü teknik bir düzeltmeden ziyade yapısal bir güven erozyonuna dayanıyordu.

Sonuç olarak Çinli hisselerin ABD borsalarındaki görünürlüğü azaldı, likiditesi daraldı ve yatırımcı ilgisi daha seçici bir hâle geldi. Artık bu hisseler yalnızca “büyüme potansiyeli yüksek gelişen piyasa varlıkları” olarak değil, aynı zamanda “politik risklerle çevrili hassas finansal araçlar” olarak değerlendiriliyor. Bu algı değişimi, önümüzdeki birkaç yıl boyunca değerleme çarpanlarında kalıcı bir baskı oluşturabilir.

VIII. YATIRIMCILAR İÇİN RİSK VE FIRSAT DEĞERLENDİRMESİ

2025 sonu itibarıyla Trump yönetiminin tarifeleri artık sadece bir ekonomik politika aracı değil; yatırım kararlarını doğrudan etkileyen, fiyatlamalara yön veren ve yatırımcı davranışlarını yeniden şekillendiren çok katmanlı bir risk unsuru hâline geldi. Çinli şirketlerde pozisyon alan bireysel ve kurumsal yatırımcılar, artık yalnızca bilançolara ve büyüme oranlarına değil, jeopolitik gündeme, uluslararası hukuk dinamiklerine ve stratejik sektör savaşlarına da dikkat etmek zorunda.

Yatırımcıların karşı karşıya olduğu ilk büyük başlık: coğrafi risk konsantrasyonu. Çinli hisselere yapılan yatırımlar artık yalnızca bir gelişen piyasa teması değil; aynı zamanda ABD-Çin ilişkilerindeki dalgalanmaların doğrudan temsilcisi olarak algılanıyor. Bu da bu tür varlıkları portföylerde daha volatil, daha siyasi ve daha kısa vadeli oynaklığa açık hâle getiriyor. Özellikle %25–40 gibi yüksek oranlı tarifeler altında faaliyet gösteren firmaların marj baskısı, orta vadede büyüme beklentilerinin üzerinde bir belirsizlik oluşturuyor.

Bununla birlikte, yatırım dünyasında risk kadar fırsat da önemlidir. Bazı yatırımcılar, bu ortamda Çinli hisselerin ciddi oranda iskontolu fiyatlandığını, dolayısıyla değer yatırımcıları için bir “yeniden fiyatlama” fırsatı sunduğunu savunuyor. Örneğin 2025’in üçüncü çeyreği itibarıyla Alibaba’nın F/K oranı 2017 seviyelerine geri çekilmiş durumda. Benzer şekilde JD.com’un hisse başı defter değeri (P/B) tarihi diplerine yakın seyrediyor. Bu da, eğer şirketler adaptasyon başarısı gösterebilirse, ciddi bir toparlanma potansiyelini barındırdıkları anlamına geliyor.

Bu noktada yatırımcılar için iki temel strateji öne çıkıyor:

  1. Kısa Vadeli Dönemsel Oyunlar:
    Tarifelerin etkilerinin açıklandığı, şirketlerin reaksiyonlarının takip edildiği ve haber akışının yoğun olduğu dönemlerde, kısa vadeli al-sat pozisyonlarıyla getiri elde etmek mümkün. Ancak bu strateji yüksek riskli, zamanlamaya dayalı ve spekülatif karakter taşıyor. Genellikle profesyonel trader’lar tarafından tercih ediliyor.
  2. Uzun Vadeli Yapısal Pozisyonlar:
    Jeopolitik risklerin yavaş yavaş fiyatlandığı, şirketlerin yeni pazar stratejileri geliştirdiği ve operasyonel denge kurabildiği bir dönemde, dip seviyelerden uzun vadeli pozisyon almak daha makul olabilir. Ancak burada da yatırımcıların şirketlerin sürdürülebilirlik, inovasyon ve coğrafi çeşitlilik gibi metriklerine özel önem vermesi gerekiyor.

Ayrıca ETF ve sepet ürünler gibi dolaylı yatırım araçları da bu ortamda daha anlamlı hâle geliyor. KWEB, CQQQ gibi Çin odaklı ETF’ler, tekil hisse riskini azaltmak için portföy çeşitliliği sağlayabilir. Fakat bu araçların da volatiliteye karşı tamamen bağışık olmadığını unutmamak gerekir.

Yatırımcılar açısından kritik diğer bir unsur da regülasyon riskidir. ABD Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu’nun (SEC) Çinli firmalardan daha fazla şeffaflık ve denetim talep etmesi, bu hisselerin borsalardan çıkarılması (delisting) ihtimalini gündemde tutmaktadır. Bu ihtimal düşük olsa da, portföy yönetiminde dikkate alınması gereken bir olasılıktır.

Bu ortamda yatırımcı profili de belirleyici hâle gelir. Kısa vadede yüksek getiriyi hedefleyen agresif yatırımcılar, dalgalanmalardan fırsat yaratmak isteyebilir. Ancak temkinli ve istikrar arayan yatırımcılar için Çinli hisseler, portföyde sınırlı bir ağırlıkla tutulmalı; hatta hedge (koruma) araçlarıyla desteklenmelidir.

Tüm bu değişkenler, yatırım dünyasında Çinli şirketlerin artık yalnızca finansal metriklerle değil, küresel düzeydeki siyasi ve ekonomik güç mücadeleleriyle okunması gerektiğini gösteriyor. Borsa artık sadece kâr-zarar değil; aynı zamanda pozisyon alma, taraf belirleme ve risk yönetimi sahasıdır. Çinli şirketler bu denklemde, yatırımcılara hem en cazip fiyatları hem de en karmaşık riskleri aynı anda sunan örnekler hâline gelmiştir.

IX. ÇİN’İN CEVABI: POLİTİK, EKONOMİK VE TEKNOLOJİK YANSIMALAR

Trump yönetiminin 2025 itibarıyla devreye aldığı yeni gümrük tarifeleri, Çin için yalnızca ekonomik bir baskı değil; aynı zamanda stratejik refleksleri tetikleyen bir uyarı sinyaliydi. Çin bu tarifelere karşı doğrudan misilleme yerine, daha uzun vadeli, çok boyutlu ve sistemli bir yanıt geliştirmeyi tercih etti. Bu yanıt, üç ana eksende şekillendi: dış ticaret partnerliği, iç tüketimin desteklenmesi ve teknolojik bağımsızlık.

İlk ve en hızlı gelen tepki, dış ticaret ilişkilerinin çeşitlendirilmesiydi. Çin, ABD’ye olan ihracat bağımlılığını azaltmak için ASEAN ülkeleri, Orta Doğu, Afrika ve Latin Amerika gibi bölgelerle ticari ilişkilerini güçlendirdi. Özellikle RCEP (Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık) çerçevesinde Japonya, Güney Kore ve Avustralya dışındaki Asya ülkeleriyle imzalanan anlaşmalar, Çin’in alternatif ihracat kanalları açmasına olanak sağladı. Aynı zamanda Orta Doğu’da BAE, Suudi Arabistan ve İran ile yapılan enerji bazlı stratejik iş birlikleri, sadece enerji güvenliğini değil, finansal rezerv çeşitliliğini de artırdı.

Bu dönemde Çin’in izlediği ikinci strateji, iç tüketimin sistematik şekilde desteklenmesiydi. Pekin yönetimi, yüksek tasarruf oranlarına sahip olan Çinli hane halkını daha fazla harcamaya yönlendirecek teşvikler sundu. Kırsal altyapı yatırımları, düşük faizli konut kredileri ve dijital ödeme sistemlerine dayalı vergi iadeleri ile iç talebin canlandırılması hedeflendi. E-ticaret devleri, tarife baskısıyla kaybettikleri dış pazarı kısmen de olsa bu iç pazar büyümesiyle dengelemeye çalıştı.

Ancak en stratejik tepki teknolojik bağımsızlık alanında verildi. ABD’nin 5G, yapay zekâ, yarı iletken, batarya teknolojisi ve ileri malzeme biliminde Çinli firmalara yönelik uyguladığı sınırlamalar, Çin’i bu alanlarda kendi teknolojisini üretmeye mecbur bıraktı. “Çin’in Kendi Kendine Yeterlilik Vizyonu” adı verilen bu strateji, kamu fonlarının yönlendirilmesiyle yerli teknolojilere yatırım yapılmasını önceliklendirdi.

Yarı iletken sektöründe SMIC gibi şirketlere sağlanan teşvikler artırıldı; Pekin, 2030 yılına kadar yerli çip üretiminde %70 oranında kendi kendine yeterli olmayı hedeflediğini açıkladı. Aynı şekilde batarya teknolojisinde CATL, elektrikli araç altyapısında NIO ve BYD gibi firmalar doğrudan devletin teknoloji planlamasının parçası hâline getirildi. Ayrıca dijital ödeme sistemlerinde Alipay ve WeChat Pay gibi platformlara stratejik veri avantajları sunularak Çin’in ABD merkezli finansal altyapıya olan bağımlılığı azaltılmaya çalışıldı.

Politik alanda ise Çin yönetimi, doğrudan agresif bir karşı yaptırım diline başvurmaktan kaçındı. Bunun yerine Birleşmiş Milletler, Dünya Ticaret Örgütü (WTO) ve Asya Kalkınma Bankası gibi uluslararası kurumlar üzerinden diplomatik baskı uygulamaya çalıştı. Aynı zamanda Çin’in “tek taraflı küresel düzen” karşıtı söylemi daha sık duyulur hâle geldi. Bu diplomatik çaba, Çin’in yalnız kalmaması ve tarifelerin yalnızca Çin-ABD çekişmesi olarak algılanmaması için yürütülen bir stratejiydi.

Yine de bazı dolaylı ekonomik önlemler uygulandı. ABD menşeli şirketlere yönelik denetimlerin artırılması, ABD ürünlerine karşı yerli ikame kampanyalarının başlatılması ve bazı kamu ihalelerinde Çin dışı menşeye kota uygulanması gibi yöntemlerle iç pazarda korumacı bir ekonomik iklim oluşturuldu.

Sonuç olarak Çin’in yanıtı, klasik anlamda “gümrük tarifesi karşılığı tarife” şeklinde değil; uzun vadeli ekonomik strateji, bölgesel iş birliği, iç pazar aktivasyonu ve teknolojik derinleşme üzerine kurulu oldu. Bu yaklaşım hem Çin’in çok kutuplu dünya vizyonuyla uyumluydu hem de küresel yatırımcı nezdinde ülkenin hâlâ istikrarlı ve planlı hareket edebildiğine dair bir mesaj niteliği taşıyordu. Bu yeni yol haritası, Çin’in sadece tarifelere direnmekle kalmayıp, aynı zamanda ekonomik düzenin merkezini yeniden tanımlamak istediğini de gösteriyordu.

X. SONUÇ: YENİ BİR SOĞUK TİCARET SAVAŞINA MI GİRİYORUZ?

2025 itibarıyla dünya ticareti, yalnızca mal ve hizmetlerin dolaşımı üzerinden değil; stratejik üstünlük, veri güvenliği, teknoloji hakimiyeti ve jeopolitik ittifaklar üzerinden şekillenmeye başladı. Trump yönetiminin yeniden devreye soktuğu yüksek oranlı tarifeler, geçmişin basit “korumacı vergi” politikalarından çok daha fazlasını temsil ediyor. Bu politikalar, küresel ekonomik düzenin yapısal olarak yeniden tasarlandığı bir dönemin işaret fişeğidir.

ABD, “adil ticaret” söylemiyle tarifeleri gerekçelendirse de; uygulamaların derininde yatan motivasyon, Çin’in ekonomik yükselişine set çekmek, teknoloji ve üretim liderliğini yeniden ABD merkezine taşımak ve jeopolitik olarak dost–düşman ayrımını ekonomik araçlarla da görünür kılmaktır. Bu anlamda “Liberation Day Tariffs”, bir ticaret politikası olmaktan çok, ekonomik milliyetçiliğin uluslararası sahnede yeniden sahneye sürülmesidir.

Çin ise bu yeni düzenlemelere doğrudan çatışma ile değil; çok yönlü stratejik uyum politikaları ile karşılık verdi. İç tüketimi artırma, alternatif ihracat pazarları geliştirme, teknolojik bağımsızlık hedeflerini hızlandırma gibi adımlar, Çin’in klasik karşı yaptırım hamlelerinden uzaklaştığını, bunun yerine sistematik bir uyum süreci benimsediğini gösteriyor. Bu da rekabetin sadece tarifelerle değil, model farklılıklarıyla da sürdüğünü kanıtlıyor.

Borsalar açısından ise yeni bir soğuk savaşın izleri artık rakamlarla ölçülebilir hâle geldi. Çinli firmaların ABD borsalarındaki değerlemeleri, yalnızca kârlılıklarıyla değil, hangi jeopolitik kampın parçası olduklarıyla şekilleniyor. Yatırımcılar, finansal analizlerin yanı sıra uluslararası ilişkileri, düzenleyici riskleri ve hatta devlet başkanlarının attığı tweet’leri dikkate almak zorunda. Bu da piyasalarda klasik anlamda “rasyonel fiyatlama” teorisinin giderek kırıldığına, yerini çok faktörlü jeopolitik belirsizlik modellerine bıraktığına işaret ediyor.

Bu gelişmeler ışığında önümüzdeki dönemde yatırımcılar açısından temel mesele, yalnızca hangi şirketin daha fazla büyüyeceği değil; hangi şirketin hangi coğrafi ve siyasi zeminde ne kadar istikrarla varlığını sürdürebileceği sorusuna yanıt bulmak olacak. BABA, JD, BYD, NIO gibi şirketler bu denklemde hem potansiyel hem de risk barındıran varlıklar olarak kalacak. Fakat artık bu hisselere yatırım yaparken bilançodan önce harita, sektörden önce ittifaklar, çarpanlardan önce gümrük duvarları konuşulmak zorunda.

Yeni dünya düzeninde, borsa yalnızca ekonominin değil; aynı zamanda siyasetin, diplomasinin ve teknolojik vizyonun sahnesi. Ve bu sahnede, Çin–ABD hattında yaşananlar, bir sonraki küresel ekonomik oyunun kural setini belirlemeye aday görünüyor. Bu nedenle Trump tarifeleri sadece bugünün değil, gelecek 10 yılın da şekillendirici başlığı olarak yatırım kararlarında temel belirleyici olmaya devam edecek.

📌 Yasal Uyarı:

Bu içerikte yer alan bilgi, yorum ve değerlendirmeler yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Burada adı geçen şirketler ve finansal enstrümanlar yalnızca genel bilgilendirme amacıyla sunulmuştur. Her yatırım kararı, bireylerin kendi finansal koşulları ve risk profili doğrultusunda değerlendirilmelidir. Lütfen yatırım yapmadan önce lisanslı bir uzmandan danışmanlık alınız.

📌 Önerilen Araçlar:

Yatırımlarınızı daha sağlam planlamak istiyorsanız, sitemizdeki hesaplama araçlarını mutlaka inceleyin.
📈 Temettü Hesaplama Aracı ile gelecekteki birikiminizi projekte edebilir,
💸 Eurobond Getiri Hesaplayıcısı sayesinde de kupon, vade ve faiz bilgilerine göre net getirinizi görebilirsiniz.